Ve sonunda o çok beklenen yolculuğa vardı geldi sıra.

Uzun bir rota çizdik kendimize. Biz de güneyden, Güneş Kıyıları’ndan varıp o topraklara, kuzeye doğru yol alacağız. Ama gemilerimiz yok yakılası bizim, uçağımıza binip geri döneceğiz bir hafta sonra. Yine de eşsiz bir yolculuk olacak, bundan eminiz.

Malaga’da çok vakit geçirmeden hemen içerilere ilerliyoruz. Karayoluyla yaklaşık iki saatlik bir yolumuz var. Güney Avrupa’yı ilk geçişimiz. Kuzeyin yeşilliğinin yerinde yeller esiyor, sıcak bu topraklar. Zakkumlar var yolların kenarlarında. Şehirlerde palmiyeler. Sıcak bir yazın peşinden, Eylül’de ancak kurak topraklar var, sıra sıra zeytin ağaçları bozuyor sessizliği, tepelerin üzerine dizilmiş. Engebeli toprakları var Endülüs’ün. İspanya, rakımı en yüksek ülkelerinden Avrupa’nın.

Granada – Albaycin Tepesi
İspanya. 40 milyon kişi ve bir milyon kaçak göçmenin ülkesi. Her on kişiden dokuzu katolik. Avrupa’nın en büyük beşinci ekonomisi. 504 bin kilometrekarelik topraklarıyla dünya zeytinyağı pazarının üçte birini elinde tutuyor. Dünyanın en büyük narenciye ihracatçısı. Yılda yaklaşık 50 milyon turist milli gelirin onda birini karşılıyor; her on kişiden biri bu alanda çalışıyor. 1975’te Franco’nun kırk yıllık diktatörlüğünden kurtulduktan sonra gelişen ciddi bir sanayi de var.

Endülüs, İspanya’nın 17 otonom eyaletinden birisi. Tarihteki krallıkların izlerini bugünkü eyaletlerde sürmek mümkün. Ayrılmak arzusundaki Bask bölgesi, İspanya daha İspanya olmadan önce de bir devletleri olan Katalanlar, Galiçya… Madrid, bu eyaletleri birarada tutabilmek için bazı eyaletlere daha fazla otonomi vermiş. Katalonya’da Kastil dili ile Katalan’ın çift dil olarak kullanılması, Endülüs’te bir eyalet meclisinin olması gibi. 

Endülüs… Romalıların, Vizigotların, Müslümanların ve kralların yönettiği topraklar. Müslümanlar ciddi izler bırakmış Endülüs’te. Elhamra Sarayı, Kurtuba’daki Cami-katedral gibi mimari şaheserler, sokak ve şehir adları, dilde kalan onca kelime… Endülüs, Flamenko’nun anavatanı. Bir teoriye göre, o da müslümanların getirdiği dansların yerlilerce geliştirilmesiyle oluşmuş. Kayısı, nar, ipek ve pirinç İspanya’ya o zamanlarda gelmiş. Cebir, sıfır sayısı, sulama sistemleri ve kağıt kadar, halkın esmerliği de o zamanlardan geliyor.

Granada – Gırnata

Albaycin Tepesi’nin beyaz, avlulu evleri
Nevada sıradağlarının kuzeyinde, Darro nehrini suladığı bereketli topraklarda işte iki tepe: Elhamra ve Albaycin. İlk Romalılar yerleşmiş buraya, sonra Vizigotlar. Sekizinci yüzyıldan sonra da Müslümanlar. Endülüs’te en uzun Müslüman hakimiyeti bu topraklarda sürdü. Uzun yıllar hilafet şehri Kurtuba idi ama hilafet çözülüp Kurtuba, Sevilla, Jaen ve Murcia düşünce Ebu Abdullah ibn Yusuf ibn Nasr el Ehmar Kastilya kralı III. Fernando’ya vergi ödemeyi kabul ederek Granada’da hükümdarlık hakkını aldı. Şehir de modern adını bu tarihlerde aldı: Gharnatah: Yabancılar Tepesi ya da Yenigelenlerin Şehri. Musevi kaynaklarına bakıldığında burada ‘Yabancılar’dan ya da ‘Yenigelenler’den kasıt Musevilerdir. Onların geleneğine göre, Nebukadnezzar tarafından sürgün edilen (M.Ö. 586) Museviler buralara gelip yerleşmişlerdir. Kurtuba düştükten sonra sanat, bilim ve teknikte yaklaşık 250 sene süren bir başşehirlik geldi Granada’ya. 1492’deki baba-oğul kavgası şehri Hristiyan fatihleri İsabel ve Ferdinand’a bırakıncaya kadar. Ancak şehrin kültürel ve sosyal liderliği devam etti uzun yıllar, özellikle Kral V. Şarl döneminde.

270 bin nüfuslu şehir olabildiğine İspanyol bugün. Trafik durmaksızın akıyor dar, tek yönlü sokaklarda. Hava sıcak mı sıcak. Korna sesleri pek kesilmiyor. Mopedlerle dolaşıyor herhalde şehrin yarısı. Kırmızı ışıklar adeta sadece araçlar için, yayalar insiyatif almayı seviyor. Caddeler için söylenebilecek tek şey var: hareket. 280.000 nüfus için bayağı iyi bir performans. Ve bu hareket geceyarısına kadar kesilmiyor. Saat sekizden sonra sıcak etkisini daha az hissettirir oldu. Hayat sokaklara döküldü tekrar. İspanyol erkeğinin günde evinde uyku dışında geçirdiği ortalama süre kırk dakikanın altında kalıyor dersek daha iyi anlaşılır herhalde bu sokakta yaşama geleneği.

Ertesi günkü Elhamra turumuz için bir hazırlık yürüyüşü yapıyoruz. Şehirden tepeye bir çeyrek saatte yürümek mümkün. Şimdi tamamen ağaçlandırılmış olan surdışında dolaşıyoruz. Gelen saldırıları gözetlemek için o zaman çorak bırıkılırmış bu alanlar. Şehre döndüğümüzde yorgunuz ama gece sokaklar o kadar hareketli ki bir meydanda, bir havuzbaşına oturup insanları, ışık oyunları izlememek mümkün değil. Ama erken kalkmalı. Elhamra Sarayı’na günde alınan ziyaretçi sayısı sınırlı. Önceden rezervasyon da yaptıramadık, sabah erkenden kalkıp sıraya girmemiz gerekiyor.

Elhamra Sarayı’nın giriş kapısı
Elhamra

Şehir kırmızı. 

Granada’nın simgesi nar. Şehrin armasında yeri var narın. Nar İspanyolca’da ‘granada’ demek, Almanca’da ‘Granatapfel’, İngilizce’de ise ‘pomegranate’; yani Granada elması. 

Tepe kırmızı. 

Tepeye rengini veren toprak kırmızı renkte.

Saray kırmızı.

İbn el-Katib’e göre halk, geceleri yanan meşalelerin alevinin duvarlara vurmasından dolayı saraya bu adı takmış.

Hükümdar kırmızı.

Sarayı yaptıran hükümdar Nasriler ya da Ben-i Ahmer’den Muhammed I idi. Sarayın adının buradan gelmesi daha muhtemel.

Bugün Endülüs yine kankırmızı.

Sarayın Generalife’den görünüşü
Bir çok şaire, yazara, ressama ilham olmuş sarayın dış kapısındayız. Saat sabahın sekizi. Yüzden fazla kişi sırada. İçeri girebilecek gibiyiz ilerleme hızımıza bakılırsa. Bu arada arkamızdaki İspanyol, elimizdeki kağıtlardaki kelimelerden Türk olduğumuzu anlayıp tanıtıyor kendisini. Adı Josep. Mimar, doktora yapıyor. Tezinin konusu Mimar Sinan. Ona cep telefonumun duvarkağıdı olan Selimiye resmini gösteriyorum hemen, geçen Temmuz’da Edirne’de çektiğim resmi. İstanbul’a gitmiş bir kaç kez ama, Selimiye’ye gidememiş daha. İlginç bir hava oluşuyor birden. Kelimelere dökmesi zor. Zamanın, çok farklı yerlerden gelen insanların yollarını birden üstüste çakıverdiği o anlardan birisi… Afallıyoruz. Bu arada sırada bize geliyor, biletimizi alıyoruz, hemen girebileceğiz saraya. Biz diğer sıraya geçerken Josep kayboluyor. Daha iki cümle konuşamadık halbuki.

Elhamra’nın kompleksi içinde yürümeye başlıyoruz. Önce sarayın hemen dışındaki şehrin (Medine) kalıntılarını görüyoruz. Sonra Carlos V’in tamamlanmamış sarayının yanından geçiyoruz. Bu çirkin, yarım bırakılmış devasa bina için Elhamra’nın bazı kısımlarının yıkıldığını söylemeliyim. Nasrîlerin Hükümdar Sarayı’nın kapısına vardık sonunda. Giriş kısmı yüzyıllar boyunca en fazla değişikliğe uğrayan kısmı sarayın. İlk adımlarımızın bizi çıkardığı Mexuar için divanodası demek yerinde olur. Hrıstiyanlar sarayı devraldıktan sonra defalarca kendi ihtiyaçları doğrultusunda değişiklikler, genişletmeler yapmışlar burada. Yine de duvarlardaki yazılar, işlemelerden bize kalanlar nefes kesmeye yeterli (5 ve 6 numaralı resimler). Tüm duvarlarda – ki bunu sarayın her yerinde göreceğiz – ‘Ve la galibe illallah’ yazısı işlenmiş boydan boya.

Hükümdar Sarayı’nın girişi
1238’de inşaatına başlanmış olan Elhamra’yı baştan başa donatan bu yazının nedeni ise Granada’nın tarihinde yatıyor: Aragon kralı Ferdinand, Granada’yı kuşattığında, hükümdar Muhammed ibn-i Ahmer, Ferdinand’ın çadırına giderek, ondan barış karşılığında şehrin yönetimini kendisine bırakmasını istiyor. Bu zor hareketin karşılığında Ferdinand, Muhammed’den Sevilla kuşatmasında Müslümanlara karşı kullanılmak üzere asker talep ediyor. Sözünü tutan Muhammed, Seville’ın Hristiyanların eline düşmesine yardımcı olurken (1248), kendi şehrine ise bir kahraman, halkı gözünde galip bir hükümdar olarak dönüyor. O ise buna hüzünlü bir şekilde, ‘Allah’tan başka galip yoktur’ yazısını sarayının dört bir yanına işleterek cevap veriyor.

Mexuar’dan bir detay

Mexuar’dan Albaycin’e bakış
Mexuar’da şu yazı göze çarpıyor: ‘Burada adaleti aramaktan korkma, onu bulacaksın’. Divan odası, halkın taleplerini saraya ve sultana ilettiği bir mekandı aynı zamanda. 

Mexuar’da duvar detayları: ‘Ve la galibe illallah’ hattı
Buradan avluya geçiyoruz. Avlunun ortasında küçük bir çeşme ve arka cephesinde iki kapı var. Müthiş işlemelerle kaplı bu arka cephe Algeciras kuşatmasının (1369) başarısını kayde geçmek için yaptırılmış. Bu alışılmamış iki kapılı avlunun cephedeki dizeleri çevirmeyi göze alamadığımdan İngilizcesiyle buraya alacağım:

“My position is that of a crown and my door is a parting of the ways: the West believes that in me is the East. Al-Gani bi-llah has entrusted me to open the way to the victory that has been foretold and I await his coming as the horizon ushers in the dawn. May God adorn his works with the same beauty that resides in his countenance and his nature.”

Mexuar avlusunun cephesi
 Mexuar avlusunun cephesinden detay ve yine aynı hat

Avludan geçip sarayın en güzel kısımlarından birisine geçiyoruz: Mersinli Avlu. Hemen yanındaki salonda elçilerin kabul edildiği, ziyaretçilerin sultanı beklediği, göz kamaştırıcı bu avlunun en büyük özelliği ortasındaki havuz. Yazın avluyu serinleten, iki yanındaki mersinlerin güzel kokular saçtığı bu havuz aynı zamanda mekanı da derinleştiriyor. Bu model, üçyüz yıl sonra Tac Mahal’in önündeki büyük havuzda da görülen, sarayın önemli mimari özelliklerinden birisi. Burada da yine muhteşem işlemeler avlunun dört bir yanını sarmışlar. 

Mersinli Avlu
Elhamra Sarayı’nda suyun bu derece ustalıkla ve bollukla kullanışı ‘İslam bir su medeniyetidir’ sözünü sonunda kavramama neden oluyor. Elhamra’nın kurak bir tepenin başında kurulduğunu unutmayalım. Sarayın teknik altyapısı – ki bunun daha sonra Generalife’deki bahçelerde de gözkamaştırıcı örneklerini göreceğiz – suyu sarayın bir başından diğer başına taşıyor. Sarayı yazın kırk derecelere varan sıcağında serinleten su, daha sonra havuzlardan, çeşmelerden estetik amaçlarla geçtikten sonra ağaçların, çiçeklerin sulanmasında da kullanılıyor, tek damlası israf edilmeden.

Mersinli Avlu
Buradan Aslanlı Avlu’ya geçiyoruz (Patio de los Leones). Burası da Elhamra’nın ilginç köşelerinden birisi. Bu geniş avlu, 124 mermer sütunla çevrelenmiş. 

Aslanlı Avlu

Aslanlı Avlu

Aslanlı Avlu’nun sütunları

Aslanlı Avlu

Aslanlı Avlu’nun sütunları ve yine aynı hatla bezenmiş süslemeler

Aslanlı Avlu’yu çevreleyen duvarlardan bir detay, ortada yine ‘Ve la galibe illallah’ hattı, ayrıca yaprak şeklindeki süslemeler de hat ile bezenmiş

Aslanlı Avlu’yu çevreleyen duvarlardan bir hat

Aslanlı Avlu’yu çevreleyen duvarlardan bir hat
Ortasında 12 aslanın sırtlarında taşıdığı bir çeşme var. Şu anda bahçe fazla yeşil değil ancak yapıldığı günlerde, duvarlardaki yazılara göre daha yeşil, meyveler ve kokularla bezeli bir cennet köşesi imiş. Merkezdeki bu çeşmeden dört yana, cennetteki nehirleri tasvir eden dört dar yol gidiyor. 

Aslanlı Avlu’nun 12 aslanlı havuzu
İslam sanatında heykelin nadir örneklerinden birisi bu 12 aslan heykeli. Prof. Rafael Manzano’ya göre bu, Süleyman’ın Tapınağı’nda sırtında denizi taşıyan 12 öküzün bir yansıması. Ancak Manzano dahi, Endülüslü Müslümanların bu Hrıstiyanlık öncesi doğu sembollerinden haberdar olup olamayacağını kestiremiyor. Ben bu işlerin uzmanı olmadığımdan, sadece ilginçliğe dikkat çekmekle yetineceğim. Sarayda ayrıca, Sultanlar Odası’nın tavan iç süslemelerinde de ilk on sultanın yüzlerini resmeden portreler, ya da bir kadın için savaşan Müslüman ve İspanyol iki askerin hikayesini anlatan resimlere rastlamak mümkün. Herhalde bunların çalışılması gerekir.

El’Ayn dar-Aişa

El’Ayn dar-Aişa’nın tavan süslemeleri
Aslanlı Avlu’dan, sarayın daha çok harem mensupları tarafından kullanılan kısımlarına geçiyoruz. Buradaki önemli noktalardan birisi Mirador de Daraxa ya da Mirador de Lindaraja. Hz. Ayşe’ye atfen El’Ayn dar-Aişa olarak da okunabilecek bu alçak pencereleri balkonlardan hanımlar alttaki bahçeye ve yeşil ovaya bakarlarmış. Şu anda manzara V. Carlos’un sarayı tarafından kapatılmış durumda ama ufak bir bahçe (Patio de Lindaraja) hala çok güzel. 

El’Ayn dar-Aişa’dan avlu

Patio de Lindaraja yanındaki hamam
Saraydan çıkıyoruz. Albaycin tepesi hemen karşımızda. El Beyazin olarak da anılan bu tepe, beyaz, avlulu evleriyle Granada düştükten sonra yüz sene kadar daha Müslümanların yaşadığı kısmı olmuş şehrin. Evlerin avluları Endülüs mimarisinin önemli bir özelliği olarak bugüne kadar gelmiş. Avlular, aynı zamanda dap daracık, penceresiz sokakları da açıklıyor.

Sırada Alcazaba denen kale var. Bu kalenin de şehrin tarihinde önemli bir yeri var. Kalenin burcuna kadar çıkıp Sierra Leone dağlarına, şehre ve saraya şöyle tepeden bir bakıyoruz. İspanyollar şehri ele geçirdikten sonra buraya derhal bir çan takmışlar ve saat başı çalmaya başlamışlar.

 Alcazaba’nın burcundaki çan kulesi

Alcazaba’dan Generalife denilen kısma geçeceğiz. Yaklaşık on dakika uzaktaki, şehre göre biraz daha geride, daha yüksekçe bir tepede kurulu ve sadece sultana ait bu kısma doğru yürürken oldukça yorgunuz. 

Generalife’e yürürken görülen bahçelerden bir görüntü

Generalife – Su Bahçesi
Güneş Tepesi’ndeki bu kısım, 13. yy’da yapılmaya başlanmış. Tam çevirisi biraz tartışmalı olsa da Generalife’in (Cennet’ülarif) ’başmimarın bahçesi’ anlamına geldiği en kabul gören önerilerden birisi. Cennet’in hem bahçe hem de gizli yer anlamına geldiği düşünülürse, sultanlar günlük işlerin karmaşasından kaçıp dinlenmeye geldiği bu yemyeşil bahçeler bu manayı hakediyor. Binaların Elhamra’ya göre çok daha sade olduğunu söylemek hiç de yanlış olmaz.

 Generalife’in içinden – Albaycin

Generalife’in Su Bahçesi
Uzun ince bir havuzun süslediği Su Bahçesi Avlusu 49 metre boyu, 13 metre eniyle muhteşemdir. 1958 yılındaki bir yangında ilk planları bulunan ve buna göre restore edilen bu avlunun akademik çalışmalarla yenilenen bahçesinde bugün sultanların zamanında bahçeyi süsleyen bitkiler aynen mevcut. 

Generalife’in Su Bahçesi’nden çiçekler

Generalife – Selvili Avlu
Selvi Avlusu’nda ise sultanların altında gizli görüşmeler yaptığı selvi ağacının kurusunu görebiliyoruz.

Generalife – Selvili Avlu
Generalife – Selvili Avlu’nun üst kısmında, yanlarından oluklarla su akan merdivenler

Yaklaşık sekiz saatimizi alan bu adım adım gezmenin sonunda oldukça yorgunuz. Çıkarken sarayın kitapçısına bir göz atıyorum. Anlaşılan İspanyolca’da Endülüs ve Müslümanlar üzerine yapılmış bayağı bir çalışma var. O dönemin mimarisine, şiirine, su tekniğine ve ziraatına dair onlarca çalışma… Bunun nedenini de anlamak mümkün. Örneğin Granada Hrıstiyanların eline geçtikten sonra, daha önce üç dört müslümanın bolluk içinde yaşadığı bir arazide tek bir hrıstiyan yokluk çeker hale gelmiş. Sulama kanalları ve diğer altyapının da tahrip edilmesine ek olarak Mağribilerin çok daha verimli olarak tarım yaptıkları da kayıtlara geçirilmiş. 1568’de Juan Valverde de Arrieta şöyle yazmış: ”bin tane Mağribi’nin yaşadığı topraklarda bugün beş yüz Hrıstiyan geçinemiyor.”

Albaycin Tepesi
Ama planımızın daha başındayız ve biraz dinlenmek üzere şehre iniyoruz. Akşam yemeğinden sonra ise tekrar yollardayız. Bu sefer Albaycin Tepesine (El Albaicín) doğru çıkacağız ve Elhamra’yı gece karşıdan izleyeceğiz. Albaycin’in nehir kıyısındaki kısmını ufak ufak oteller, kafeler doldurmuş. Buradan saptığımız dar, ıssız sokaklar, merdivenler bana Anadolu’yu hatırlatıyor. Ancak iyi aydınlatılmış sokakları izleyerek yarım saat kadar sonra tepeye varıyoruz. Aziz Nikola kilisesinin bahçesinden görünen manzara tek kelimeyle muhteşem, unutulacak gibi değil. Kilisenin hemen yanında ise Granada Merkez Camii var. Bugün Granada’da 3,000 kadar müslüman yaşıyor. Merkez camii ile birlikte dört kadar camii var. Avlusu ve bahçesi Fas usulü sekiz köşeli yıldızlar ve seramiklerle süslenen bu sevimli cami geçtiğimiz sene açılmış. Minaresi ise köşeli ve 13. yy.’dan kalma. (27 numaralı resimde en üstte, kilisenin hemen biraz sağında görülebilir bu minare.) Yatsı vakti olduğundan çok fazla konuşabileceğimiz pek kimse yok, Müslüman olmuş bir İspanyol ve Faslı bir genç dışında. 

Granada Camii

Granada Camii ve arkada köşeli minaresi

Paylaş!