Son yıllarda Orta Asya tarihi ve özellikle de Semerkand ve Timur dönemi hakkında çok sayıda kitap ve dergi basıldı. Kitap Yayınevi’nin Timurlenk’i; Yapı Kredi’nin Timurlenk – İslam’ın Kılıcı, Cihan Fatihi; Mostar Dergisi’nin Semerkand özel sayısı (Mart 2007); İletişim’den çıkan Timur’un Vaha Kenti: Semerkand; Kesit yayınlarının bastığı Timur Devrinde Kadis’ten Semerkand’a Seyahat bunlardan bazıları. Bu yayınların en eskisi İletişim’in Semerkand’ı 2005 tarihli, diğerleri 2006 ve sonrası. Bunlara Selengi Yayınları’ndan çıkan Handut’u da ekleyebiliriz (2006). 

Bu aslında Semerkand ve Timur açısından yeni bir şey değil. İkisi de pek ilgi sıkıntısı çekmemişler bugüne kadar. Timur’un katiplerinden birisini görevlendirerek tarihini yazdırmasıyla tetiklediği ve 1404’te yayınlanan Zafername ile başlayan bu durum, Abdullah Hatefi’nin Timurname’si ile edebi bir kimliğe bürünmüş; sonrasında Avrupa da bu işe girişmiş, Batı’nın egzotik yerlere olan ilgisini besleyen ve operalar yazılmış ve sergilenmiş – Tamerlano operası bunlardan birisidir (Venedik 1711). Tamerlano 1730’da Torino’da, 1765’de Venedik’te, 1722’de Milano’da ve 1764’de, Danimarkaca diline çevrilmiş olarak Kopenhag’ta da sergilenmiş. 

Tamerlano’nun senaryosu daha sonra Alman-İngiliz Georg Frideric Handel‘in en önemli eserlerinden birisi olarak aynı adla 1724’te ve İtalyan Antonio Vivaldi tarafından Bajazet (ya da diğer adıyla Il Tamerlano) adıyla yeniden 1735’de bestelendi. Bunları diğer operalar da izledi. Timur’un edebiyattaki son önemli bahsi Edgar Allan Poe‘nın ilk eseri Tamerlane and Other Poems (1827) içindeki Tamerlane adlı şiiridir – ki bu daha sonra kısaltılarak Al Aaraaf, Tamerlane and Minor Poems (1829) içerisinde de yayınlanmştır.

Bugün de durum çok farklı değil. Timur ve Semerkand, uzun yıllar süren Sovyet döneminin sona ermesinden sonra tekrar eski ünlerine kavuştular. Özbekistan’ın ulus-kurma sürecinin temelleri arasına Timur dönemini de almasıyla gerek yerliler gerekse yabancılar Özbek tarihine yöneliyorlar. Şehrin kuruluşunun 2475. yılına denk gelen ve şehrin en önemli medreselerinde düzenlenen ‘Dünya Kültürel Gelişimi Tarihinde Semerkand Şehrinin Yeri’ sempozyumu bu sürece bir örnek.

Clavijo’nun Semerkand Günleri

Timur dönemine ait en önemli kaynaklardan birisi Clavijo‘nun eseridir dersek yalan olmaz. Orjinal adı Embajada a Tamor Lán (Timur’a Elçi) olan bu eser, Ankara savaşı sırasında orada bulunan iki Kastilyalı elçiyi iyi ağırlayan Timur’un Kastilya kralına – adının Hacı Muhammed ve ya da Muhammed Elkadı olduğu düşünülen – kendi elçisini gönderilmesiyle başlar. Bu dönemde Hrıstiyanlar, Anadolu’da canlarını oldukça sıkan Osmanlı’ya düşman olduğu için Timurla gayet iyi ilişkiler içindedirler. Kastilya Kralı Timur’un hediyelerine karşı üç kişilik bir heyet ve hizmetkarlarını Elkadı ile birlikte göndermeye karar verir. Gemiyle İstanbul üzerinden Trabzon’a kadar devam eden bu yolculuk (11 Nisan 1404) oradan da kara yoluyla Hazar Denizi’nin güneyinden, Tahran üzerinden Semerkand’a kadar sürer (8 Eylül 1404). Clavijo ve yanındakiler Kasım ortalarına kadar burada Timur’un misafiri olarak ağırlanırlar.

Clavijo nasıl misafir edilip şehrin bağ ve bahçeleri gezdirildiyse, bugün de tüm okul öğrencilerini tarihi yerlerde görüyorsunuz. Gittiğimiz her yerde adım başı bir okul turuna rastlıyorduk.

Clavijo’nun Semerkand günleri Timur’un saray ve bahçelerinde şölenlere katılmakla başlar, ve öyle de devam eder:

… hizmetimize verilen kişiler, kolumuza girerek geniş ve yüksek bir kapıdan bizi geçirip büyük bir bahçeye götürdüler. Bahçenin girişi nefis çinilerle süslüydü. … Timur, Saray’ın girişinde gördüğümüz büyük kapıya benzer başka bir kapının yanı başında, bir sedirin üzerinde oturuyordu. Önünde bir fıskiye vardı. Fıskiyenin havuzundan kırmızı elmalar yüzüyordu. … Timur’un bizi ilk kabul ettiği saray ve bahçe Dilkuşa adıyla biliniyor. … Sonra yine güzel bahçeli ve mükellef saraylı diğer bir yere nakletti. 

Burası ‘Bağı Çinar’ adıyla bilinmektedir. Timur 15 Eylül Pazartesi günü başka bir yere gitti. Ziyafet verdiği bahçe son çok genişti. Meyve ağaçları türlü türlüdür. Ağaçlar arasında geniş yollar, yolların kenarında çimenlikler vardı. 

22 Eylül Pazartesi günü Timur, Dilkuşa Kasrı’ndan hareket ederek başka bir kasra gitti. … Bahçenin ortasında bir haç planı üzere yapılmış köşkün etrafında büyük bir havuz bulunuyordu. Bu bahçe, son derece güzeldi. Belki de gördüklerimizin en güzeliydi. Bu son saray, Bağ Nev adıyla bilinirdi…. Bütün vu saraylar ve bahçeler Timur’a aitti. Bunların hepsi de Semerkand’a yakındı. Bunların ilerisinde Zerefşan akıyor ve bir çok kollara ayrılıyor. 

Bizim Semerkand Günlerimiz

Biz Semerkand’a vardığımızda tarih 23 Mayıs 2007 idi, gece olmak üzereydi. Yine İstanbul üzerinden, Taşkent aktarmalı olarak uçakla Buhara’ya, oradan da otobüsle Semerkand’a varmıştık. Burada iki gece kalacaktık. Otelimiz Registan’dan yürümeyle on dakikalık mesafedeydi. Çantalarımızı odamıza bırakıp derhal Registan’a yürüdük. Saat onbir civarıydı, sokaklarda tek tük arabalar göze çarpıyordu. Yollar oldukça iyi aydınlatılmıştı. Kendimizi oldukça güvende hissettik ve rahatça Registan’a kadar yürüdük.

Registan için Semerkand’ın ve Özbekistan’ın yüzü deniyor. Özbekistan’ı tanıtan herhangi bir yazı, resim ya da reklamda onu görmemek sözkonusu değil. Bu da sebepsiz değil. Üç medresenin çevrelediği bu meydan gerçekten de eşsiz güzellikte ve dünyanın en güzel meydanları arasında da genel bir kabul görüyor. İşin ilginç yanı ise şu: bu medreselerin hepsi Timur döneminden sonra yapılmış. Uluğ Bey Medresesi bunların ilki ve meydana geldiğinizde sol tarafta kalıyor. 

Uluğ Bey Medresesi’nin 19. yy’a ait bir görüntüsü
 

Uluğ Bey zamanında yapılan (bitimi 1420) medresenin karşısında bundan yaklaşık iki yüzyıl sonra Şirdar Medresesi simetrik olarak inşa edilmiş (1636). Daha sonra bu ikisinin arasındaTilla Kari Medresesi de yine Şeybaniler zamanında yapılmış (1660). Tilla Kari Medresesi diğer ikisiyle dış mimari itibariyle boy ölçüşmemeyi tercih etmiş ama içerisi altın kaplama duvar ve kubbe süslemeleriyle insanın hayallerini zorlayacak cinsten.

Uluğ Bey Rasathanesi ve diğer eserler

Şah-ı Zinde kompleksinin 19.yy’dan bir görüntüsü
Şehirdeki önemli bir yapılar grubu da Şah-ı Zinde adıyla anılan türbeler bölüğü. Timur döneminde, onun yakınlarının da defnedildiği merkezi bir mezarlık olan Şah-ı Zinde, Ölümsüz Şah manasına gelen adını burada türbesi bulunan İslam peygamberi Hz. Muhammed’in amcaoğlu Kusam ibn-i Abbas’tan alıyor. 

Registan’a dönüyoruz. Medreselerin az ötesinde İmam Maturidi’nin türbesi var, türbe de bir çok yapı gibi son dönemde yeniden düzenlenmiş. 

Kuzeye doğru yürüyüp Registan’ı biraz geride bıraktığınızda Bibi Hanım Camisinevarıyorsunuz. 

Bibi Hanım Camiinin 19. yy’daki harap hali
Bu camii, Timur’un eşi Bibi Hanım tarafından yaptırılmış, ancak hikayeye göre Timur seferden dönmeden bitirilmesi için acele davranıldığından pek sağlam değilmiş ve ilk namaz sırasında kubbeden taşlar düşmeye başlamış. Bu yüzden pek uzun ömürlü olmamış kullanımı. 

Caminin hemen yanında Siyab Pazarı yer alıyor. Burada Maveraünnehir’in bereketli topraklarında yetişen çeşitli meyve ve sebzeleri bulmak mümkün. Bunların en meşhurlardan birisi kuru üzümmüş. 

Clavijo’ya göre kavun da kurutulurmuş buralarda ama benim gözüme çarpmadı pazarda. Sebzelere ‘sebzavat’ diyorlar. Burada ayrıca “Kerem”in Özbekçe’de lahana anlamına geldiğini de öğrendim, pazarcılar bayağı güldüler ismime. 

Bu güzeller güzeli şehirden bir yandan onu görebilmiş olmanın mutluluğu bir yandan da dönüş vaktinin burukluğu içinde ayrılıyoruz. Kısmet olursa yine gelebilmek ümidiyle…

Bağlar:

Clavijo’nun yol haritası ve eserin bir kısmı İngilizce olarak burada görülebilir.

Mehmet Kerem Kızıltunç

Paylaş!