Tarih okumanın insana yarına dair çok şey öğretebileceğinin, gezmenin ise bunları ne denli pekiştirebileceğinin en güzel örneği, adeta bir tarih laboratuvarı Buhara.

İpek Yolu ve Buhara iki kardeş. Çin dünya ticaretinin sacayaklarından biriyken deniz taşımacılığı da gelişmediğinden Buhara geçiş yolları üzerinde olmanın mahsülünü toplarmış. Bugün Çin yine sacayağı olmanın peşinde. Türkiye doğalgaz hatlarının geçiş yolları üzerinde olmaya çalışıyor. Lojistik yine çok iyi bir sektör ve gemi taşımacılığının kaymağını Danimarkalı Maersk yiyor (2006 cirosu 44,5 milyar dolar, %18 pazar payı). Bakalım Buhara bu yeni dönemde ne yapacak.

Buhara – Semerkant arasındaki bu İpek Yolu kervansarayından geriye sadece ön cephesi kalmış. (İpek Yolu terimi ilk olarak 1877’de Alman coğrafyacı Ferdinand von Richthofen tarafından kullanılmış.)

İbn-i Sina’nın memleketindeyiz: Maveraünnehir’in ve İpek Yolu’nun en eski ve en önemli kentlerinden birisi Buhara. 2500 yıllık tarihinde ticaret, ilim ve siyasetin hep odağında olmuş, başkentlikler yapmış, savaşlara sahne olmuş. 

 

Bu şehrin en sevdiğim yanı poz vermekten hiç çekinmeyen çocukları. Benim gibi çekingen fotoğrafçıların işini kolaylaştırıyorlar.

Buhara’nın tarihi M.Ö. 3000 yılından beri etrafta yaşayan Bronz Çağı kabilelerinin kuraklık, demirin bulunması ve dışarıdan gelen göçmenlerin etkisiyle bozkırlardan vahalara yoğunlaşmasıyla başlar. Tarih sahnesine M.Ö. 500 yıllarında Pers İmparatorluğu’na bağlanarak çıkan şehir sonrasında Büyük İskender’in ve sonrasında ardılları Seleukos İmparatorluğu’nun (M.Ö. 323-60) ve başkenti bugünkü Belh şehri olan Greko-Baktriyan Krallığı’nın (M.Ö. 250-125) sınırlarında yer aldı. Daha sonra da doğu kökenli Kuşan İmparatorluğu (60-375) sınırları içinde yer aldı. Bu dönemde Hint-İran tanrıçası Anahita’ya ibadet merkezi oldu ve tapınağının etrafında oluşan ticaret ile zenginleşmeye başladı. İpek Yolu’nun gelişirken Buhara doğal bir ticaret merkezi olarak belirdi bu yol üzerinde ve Kuşan İmpratorluğu’nun yıkılması ve Moğol kökenli Hua egemenliğiyle ciddi bir gerileme dönemi yaşadı. 

Ali Samani Türbesi’nin dörtte üçünün orjinal olduğu düşünülüyor ve en eski yapı o. Şu anda bir eğlence parkının ortasında kalmış ama etrafı açık ve temiz.

İslamiyetin ilk dönemlerinde yapıldığı için Zerdüşt mimarisinden de özellikler taşıdığı söyleniyor. Zerdüştlükte kutsal olan 4 ve 3 sayılarının türbenin dört köşesine ve üzerinde sembollere yansıdığından da bahsediliyor. Türbenin bir diğer özelliği ise dışarıdan dört köşe üzerine oturtulmuş bir kubbe gibi görünse de içeriden bakıldığında dört köşenin yavaşça kubbeye dönmesi.

Seramik de halıcılık gibi buranın el sanatlarından. Buhara halısı Rus döneminde zorlamayla terkedilip unutulmuş. Yünden dokunurmuş. Beş sene kadar önce el halıcılığının canlandırılması için Afganistan’a ekipler yollanmış ve bugün dükkanlarda ama bu sefer ipekten dokunuyor, eski semboller kullanılarak.

Buhara’nın tarihindeki bir sonraki büyük çıkış ve iniş dalgası ise İslamiyetin bu topraklara gelmesiyle başladı ve Moğol saldırılarına kadar sürdü. İslamiyet ile daha sahabiler döneminde tanışan Maveraünnehir ancak 751 yılındaki Talas Savaşı’ndan sonra Arap egemenliğine girmişti. Sonraki yüzyılda İslamiyet yavaş yavaş Buhara’da yayıldı ve 850 yılında şehir İranlı Müslümanların kurduğu Samanilerin (819-999) ya da Samanoğulları’nın başşehri oldu. 

Ülkenin de sembollerinden birisi olan Kalan Minare (1127). Karahanlı hükümdarı Arslan Han tarafından yaptırılmış bu 45 metre yüksekliğindeki eser faklı kiremitlerle dilim dilim bezenmiş. Beni bu topraklara çeken bir Registan Meydanı ise bir de bu minaredir. Yumurta sarısı içeren temeli atıldıktan sonra birkaç yıl bekletilerek sağlamlaşmasının sağlandığı söylenir. On üç kuşaktan oluşan silindirik bir yapıdır.

Ülkenin de sembollerinden birisi olan Kalan Minare (1127). Karahanlı hükümdarı Arslan Han tarafından yaptırılmış bu 45 metre yüksekliğindeki eser faklı kiremitlerle dilim dilim bezenmiş. Beni bu topraklara çeken bir Registan Meydanı ise bir de bu minaredir. Yumurta sarısı içeren temeli atıldıktan sonra birkaç yıl bekletilerek sağlamlaşmasının sağlandığı söylenir. On üç kuşaktan oluşan silindirik bir yapıdır.

Minare arapçada nar’dan geliyormuş. Ateş yanan yer manasında. Çöllerde sıcaktan kervanlar gündüz yolculuk edemediklerinden geceleri ancak yol alabilirlermiş. Minarelerin tepesinde yanan ateş onlara şehri gösterirmiş. Bir nevi deniz feneri. Aynı zamanda idamlar için kullanıldığı da söyleniyor ?

Kalan Minare’nin tepesine kadar çıkmak mümkün. Tepeden Kalan Camii’ni ve arkada Buhara Kalesi’ni görüyoruz. Şehir dümdüz, ve avlulu evler ufka kadar gidiyor. Bugün Buhara 300.000 kişiye ev sahipliği yapıyor.

Bundan sonrasını İbn-i Battuta’nın 1333 civarında Buhara’dan geçerken gözlemlediklerinden dinleyelim:

Art arda bağlar, bahçeler, evler ve tarlalar arasında bir gün daha yol aldık; nihayet hadis bilginlerinin önderi Ebu Abdullah Muhammed İsmail Buhari’nin memleketi olan Buhara şehrine ulaştık. 

Ülkenin de sembollerinden birisi olan Kalan Minare (1127). Karahanlı hükümdarı Arslan Han tarafından yaptırılmış bu 45 metre yüksekliğindeki eser faklı kiremitlerle dilim dilim bezenmiş. Beni bu topraklara çeken bir Registan Meydanı ise bir de bu minaredir. Yumurta sarısı içeren temeli atıldıktan sonra birkaç yıl bekletilerek sağlamlaşmasının sağlandığı söylenir. On üç kuşaktan oluşan silindirik bir yapıdır.

Bu şehir vaktiyle Maveraünnehr-i Ceyhun bölgesinin merkeziymiş ve Irak hükümdarlarının [=İlhanlıların] atası olan Tatar kökenli mel’un Tinkiz [=Çingiz/Cengiz] tarafından tahrip edilmiş. Mescitleri, medreseleri ve çarşıları harap vaziyettedir. Çok az bir kısmı mamurdur. Halkı sefil ve perişan! Onların tanıklıkları Huvarezm ve diğer yörelerde kabul edilmez! Çünkü kabilecilik, hakkı inkar ve yanlışı savunma gibi olumsuz vasıflarla ün salmışlardır. Bugün bu şehirde birazcık ilimden haberdar olan; bilgiye ehemniyet veren hiç kimse yok!

Cengiz Han Hıta ülkesinde demirciymiş. Onuruna düşkün, güçlü ve cengaver biriymiş. İnsanları çevresinde toplar, onları doyururmuş. Zamanla etrafındaki insanlar çoğalarak onu kendilerine önder seçiyorlar. Böylece o, önce doğduğu şehri ele geçirip kuvvet ve nüfuzunu artırıyor, sonra Hıta ve Çin ülkelerine aralıksız çapullarda bulunarak taraftarlarının sayısını artırıyor. Sonra Hoten, Kaşgar ve Almalık şehirlerini yağmalıyor.

Huvarezm, Horasan ve Maveraünnehir hükümdarı olan Celaleddin Sencer b. Huvarezmşah’ın durumu o sıralar iyiymiş. Bu yüzden Cengiz Han onun ülkesine doğrudan saldırmaya cesaret edememiş. Lakin bazı tüccarlarla anlaşarak onları Çin ve Hıta kumaşlarıyla Celaleddin’in sınır şehri olan Otrar’a gönderiyor. Otrar [=Farab] valisi durumu Celaleddin’e bildirerek tüccarlara karşı ne yapması gerektiğini soruyor. Celaleddin, tüccar tarifesinin elindeki malın alınmasını, ibret olsun diye uzuvlarının kopartılarak kendi memleketlerine gönderilmesini emrediyor!
Vali bu emri yerine getirince Cengiz Han sayılamayacak kadar çeri toplayıp büyük bir ordu hazırlayarak İslam beldelerini basmaya niyetleniyor, önce Otrar üzerine yürüyor.

Ardından Celaleddin geliyor savaş meydanına. İki taraf arasında şimdiye kadar görülmemiş kanlı bir savaş cereyan ediyor. Neticede Cengiz Han galip gelerek Maveraünnehir bölgesinin hakimi oluyor. Buhara, Semerkand ver Tirmiz’i yakıp yıkarak Ceyhun nehrini aşıyor; Belh ve Bamiyan şehirlerini ele geçirdikten sonra Horasan ve Acem Irakı diye bilinen bölgelere yürüyor. … O zamandan beri burası haraptır işte. … 

Cengiz, Bamiyan halkını da kılıçtan geçirerek şehri yerle bir etmiş ama büyük camiin minaresine dokunmamıştır. Yine kaydedelim ki o, Buhara ve Semerkand ahalisine de dokunmamıştır. 

Buhara bugün Moğol istilası öncesine ait sadece ve sadece üç eseri barındırıyor bünyesinde: Samanilerin imparatoru Ali Samani Türbesi, Battuta’nın yukarıda bahsettiği Kalan minare ve Magoki Attar camii. Ruslar döneminde bar olarak kullanılan bu camii, bugün de halı müzesi olarak faaliyet gösteriyor.

Bu tarihlerden sonra Buhara tam bir ölü sessizliğine bürünür, yüzelli yıl kadar sonra Timur egemenliğine girene kadar. Timur döneminde Semerkand’ın gölgesinde kalsa da tekrar toparlanan şehir, bir sonraki parlak dönemini ise Şeybanilerin başta olduğu dönemde Buhara Hanlığı’nın başşehri olarak yapar. Bu son parlak dönem de Rus istilasına kadar sürer. Bugüne kadar gelmiş en görkemli yapılar da bu dönemde inşa edilmiştir.

Buhara ve Orta Asya en son 19. yy. Başındaki Rus Çarlığı ile Britanya İmparatorluğu arasında büyük bir mücadelenin merkezinde kalmıştı. Bu dönemde Rus Çarlığı’nın güney sınırları ile Hint Yarımadası’ndaki İngiliz topraklarının kuzey sınırları arasında 3000 kilometre kadar bir mesafe vardı. Bu topraklar haritalarda detaylandırılmamıştı bile. 

Sürekli genişleyen Rus Çarlığı’nın ve Hindistan için endişelenen Britanya İmparatorluğu’nun İran’dan Çin’e kadar uzanan ve Afganistan merkezli olarak gelişen Büyük Oyun (The Great Game) olarak anılan soğuk savaş dönemi ilk Anglo-Afgan savaşında İngilizlerin büyük kayıp vermeleri ve 1857 Hint ayaklanmasıyla Afganistan’ın tampon bölge konumuna geçmesini ve kuzeyinin Rusların insafına kalmasına yol açtı. Bunun üzerine Rus Çarlığı 1865’te Taşkent’i, üç sene sonra da Buhara ve Semerkand’ı topraklarına kattı.

O zamanın haritalarında yeri olmayan bu şehirleri bugün Google Earth’den kuşbakışı izleyebiliyorsunuz. Belki bundan beş on sene sonra üç boyutlu olarak oturma odamızdan oraları gezmek de mümkün olacak.

Ortadaki geniş yapı şehrin kalesi. Sol tarafında işaretlediğim yerde Bala Havuz Camii bulunuyor. Sağda biraz aşağıda ise (güneydoğu) Kalan Minare işaretli. Onun solunda Camii, sağında ise Miri Arab yer alıyor. Biraz daha güneydoğuda ağaçların yoğunlaştığı alanda ise Lebi Havuz Camii ve Nadir Divan Bey Medresesi yer alıyor.

Artık şehirden çıkıyoruz. İbn-i Sina’nın okuduğu medreseleri gördük ama şehrin diğer iki büyük isminden, İmam Buhari ve Şahı Nakşibendi’den daha bahsetmedik. Bunun da bir sebebi var. İmam Buhari türbesi bugün Semerkant’a çok daha yakın, onu daha sonra göreceğiz. Şahı Nakşıbendi ise Buhara’nın az dışında, Kasrı Arifan köyünde. Şimdi oraya doğru yola koyuluyoruz.

Burada Nakşibendilik için kısa bir tarih vermeye çalışmaktansa Altın Silsile adı verilen gelenekte yer alan bir çok ismin türbelerinin olduğunu söylemekle yetinelim. Bölgenin ve dönemin dinamiğini göstermesi açısından bunlardan birisinden bahsetmek ilginç olacaktır. Semerkant’ta özellikle bilim alanında da göreceğimiz gibi Orta Asya ile Anadolu arasında uzun mesafaye rağmen ciddi bir trafik varmış. Bu yüzden bugün Bursa’da mezarı bulunan Emir Sultan’ın babası Seyyid Emir Kulal bu topraklarda yatmaktadır. 

Paylaş!