Dijital Dönüşümün Liderleri programında “Milli Teknoloji Hamlesi Ekseninde Sanayi ve Teknoloji Stratejisi”ni çeşitli yönleriyle ele aldık.

Turkcell Ana Sponsorluğunda gerçekleşen Dijital Dönüşümün Liderleri programımızın ikincisinde, “Milli Teknoloji Hamlesi Ekseninde Sanayi ve Teknoloji Stratejisi” başlıklı oturumunda Serdar Gürbüz (THY Dijital İnovasyon ve Analitik Çözümler Başkanı) moderatörlüğünde Zekeriya Coştu (T.C. Sanayi ve Teknoloji Bakanlığı Milli Teknoloji Genel Müdürü) ve İsmail Doğan (TÜBİTAK Türkiye Sanayi Sevk ve İdare Enstitüsü Müdürü) konuğumuz oldu.

2021’den Sonra Ülkelerin Temel Gündemi Tedarik Zinciri Olacak

Konuşmasına Endüstri 4.0’ı tanımlayarak başlayan İsmail Doğan, “Endüstri 4.0 ifadesi temelde sanayide, özellikle üretimdeki makinelerin, nesnelerin interneti veya haberleşme teknolojilerinde gelişimle birlikte birbirine bağlı hale gelmesi ve üretimde bir paradigma değişimine istinaden ortaya çıktı. Fakat bugün baktığımızda bu ve benzer teknolojiler, marketlerdeki buzdolaplarından yollarda sürücüsüz giden tırlara, kişiselleştirilmiş tıp uygulamalarından paylaşımlı mobilite platformlara kadar birçok alanda hayatımızda var. Bu durum iş yapma şekillerini yıkıcı olarak değiştirdi.

Burada değişen işler değil, iş yapma şekilleri oldu. Hem gelişmiş hem de gelişmekte olan ülkelerin en temel mücadelelerinden bir tanesi bu iş yapma şekillerine uyum sağlamaktır. Endüstri 4.0 dediğimizde kavramsal olarak biraz sanayiyi merkeze alıyoruz gibi duruyor ancak temelde değişen sadece üretim değildir. Üretimle birlikte tüketim, sosyal yapılar ve politikalar da değişiyor.

4. Sanayi Devrimi dediğimizde akla gelen ilk ülke olan Almanya, üretim ile teknolojinin sadece bu kavramı tanımlamada ve uygulamada yeterli olmadığını, dolayısıyla insan toplum ve iş birliği modelleri üzerine de çalışılması gerektiğini ifade eden stratejiler geliştirmeye çalışıyor. Bu durumun en büyük kavramsallaşmış örneği Japonya’dır. Japonya, Endüstri 4.0’a, Toplum 5.0 ile karşılık vermeye çalışıyor. Toplumun refahını ve insanı merkeze alan toplum yapısıyla fiber ve fiziki dünyaları birleştirme çalışmaları var

Bu savaşın iki kutbu olan ABD ve Çin’e baktığımızda ise ABD, üretimi ülkesine çekerek istihdam ve rekabet gücünü elinde tutmaya çalışıyor. Bu da ister istemez içe kapanmacı bir yaklaşımı dünya genelinde gündeme getirmiş oluyor. Ülkeler tüm bu küreselleşmeye uyum sağlamanın yanında içe kapanma stratejilerine de cevap verme zorunluluğunda hissediyorlar kendilerini. Çok uzun yıllardır dünyanın üretim üssü olarak algılanan Çin ise 2025’e kadar üretim üssü olmaktan, dünyanın yüksek teknoloji ve inovasyon üssü olmaya dair hedefler belirledi ve bu yönde adımlar atıyor.

Ülkelerin hepsi kendi gereksinimleri doğrultusunda kendi kültürlerini, potansiyellerini, rekabet güçlerini kullanarak bu değişime, bu dönüşüm dayatmasına bir açıdan cevap vermeye çalışıyor. Ülkelerin hepsinin gündeminde temel olarak bu dijitalleşmeye uyumla birlikte pandeminin de bize iyice göstermiş olduğu küresel tedarik zinciri konusu var. Sanayiyi tek başına ele aldığımızda bütünü kaçırmış oluyoruz. Tedarik zincirlerinde alternatif oluşturulmadığı, teknolojiyle veya dijitalleşmeyle birlikte bir takım gelişim alanları sağlanmadığı sürece, pandemi gibi bir meydan okuma çok ciddi krizlere, tedarik zincirinde kırılmalara sebep olabiliyor. Dolayısıyla bu tedarik zinciri ülkelerin 2021 ve sonrasındaki gündemlerinden birisi olacak” şeklinde konuştu.

Milli Teknoloji Hamlesinin En Büyük Örneği Savunma Bakanlığımızdır

Sanayi ve Teknoloji Bakanlığı Teknoloji Genel Müdürlüğü’nün kuruluşunda Cumhurbaşkanlığı tarafından yayınlanan kararname ile Milli Teknoloji Hamlesi’nin ilk defa resmi olarak tanımlandığını ifade eden Zekeriya Coştu, “Milli Teknoloji Hamlesi’nin üç temel hedefini şöyle açıkladı: birinci hedefi ülkemiz için kritik öneme sahip ürünlerin yerli ve milli imkanlarla özgün olarak yurt içinde geliştirilmesidir. Bu geliştirdiğimiz özgün ve yüksek teknolojili ürünlerin ülkemizde üretim kapasitesinin arttırılması ise ikinci hedefidir. Üçüncü hedefi ise bu iki hedefi gerçekleştirebilmek için gerekli insan kaynağını, kapasiteyi ve toplumsal bilinci geliştirmektir.

Coştu, Milli Teknoloji hamlesi geniş katılımlı bir hareketi gerektiriyor. Bu, genel müdürlüğün tek başına görev alanı olamayacak şekilde geniş ve önemli bir konudur. Birçok kamu kurumu bu hamleye destek veriyor ve bir unsuru haline geliyor. Milli Savunma Bakanlığı bunun en büyük örneğidir” dedi.

Milli Teknoloji Hamlesinde Neler Yapıyoruz?

Temel hedefin teknoloji gelişimi ve bunun ekonomik değere dönüştürülmesi olduğunu belirten Coştu, “Temelde üç aşama var. Bir tanesi temel AR-GE boyutunda teknoloji üretme konusudur. İşin çıkış noktası burasıdır. Temel AR-GE’ye dayalı teknoloji üretme konusunda ise üniversitelerimiz ön plana çıkmaktadır. 2006’dan bu yana artan üniversite sayısı ile ciddi bir kapasite artışı söz konusu. Üniversite sayısının artması ile ortalama kalite düştü diye bakabiliriz ancak bunun için zamana ihtiyacımız var. Orta vadede bu kararların pozitif etkisini görüyor olacağız. Burada alan bazlı yetkinliklere odaklanmak lazım. Bununla ilgili yakın zamanda TÜBİTAK bir rapor yayınladı. Üniversitelerimizin alan bazlı yetkilik haritalarını oluşturdular. Buraya baktığımızda çok önemli yetkinlikler ön plana çıkıyor. MEMS (Mikro-Elektro-Mekanik Sistemler), güneş enerjisi, kuantum teknolojileri, aşı çalışmaları gibi birçok alanda yetkinlikleri ile ön plana çıkan bölümlerimiz var. Üniversitelerle beraber araştırma altyapıları da bu gelişimi destekliyor. ODTÜ MEMS, Bilkent UNAM, Sabancı SUNUM gibi çok nitelikli araştırma altyapılarımız var. Üniversitelerimizin, temel AR-GE’ye dayalı teknoloji üretme konusunda belli bir kapasiteye ulaştığını düşünüyorum.

İkinci aşama ise teknoloji temelli yenilik faaliyetleridir. Yenilik ekosisteminin kalbi teknoparklardır. Faaliyete geçen ve kuruluş aşamasında olan 87 adet teknoparkımız var. Aktif faaliyet gösteren teknoparklarımız ise 70’e yaklaşmış durumda. Buralarda da yenilik faaliyetlerini üreten 6500’e yakın firmamız var. Şimdiye kadar 37 bin AR-GE projesi desteklenmiş durumda. Buralar, yenilik ekosisteminin belirli bir olgunluğa ulaştığı alanlardır.

Üçüncü aşama ise yenilik faaliyetlerinin sanayiye entegrasyonu, dolayısıyla katma değere dönüştürülmesidir. Burada AR-GE tasarım merkezileri üzerinden ciddi bir kapasite oluştu. Bakanlık olarak teşvik verdiğimiz AR-GE merkezi sayısı bin 600’ü geçti. Toplamda 180 binin üzerinde AR-GE personeli görev yapıyor buralarda. Avrupa Birliği tarafından yayınlanan AR-GE araştırması yapan ilk 2500 diye bir liste var ve bu listeye 5 firmamız girmiş durumda. Bu sayı giderek artıyor. Bu vermiş olduğum rakamları bir makro gösterge açısından da okuyabiliriz. Burada sevindirici husus şu; AR-GE harcamalarının özel sektör tarafından da yapılıyor olması. 20 yıl öncesine baktığımızda AR-GE harcamaları çoğunlukla kamu tarafından finanse ediliyordu. Burada özel sektörün şimdiki payı yüzde 65’lere ulaşmış durumda. Bu durum ise doğrudan ekonomik paya dönüşmesi demektir. Bir de AR-GE’nin çıktılarına yani patentlere bakmamız lazım. Patent sayılarına baktığımızda yine 20 yıl öncesine göre on kat artmış bir tablo var.

Global arenalarda temel sıralamalarda neden geride görünüyoruz diyebilirsiniz. Şunu söylemek lazım ki bu veriler bir kırılma noktasına geldiğimizi gösteriyor. Özellikle altyapı, insan kaynağı AR-GE – inovasyon kültürü açısından önemli bir noktaya ulaştığımızı söyleyebiliriz. Dolayısıyla bizim ekosistemimizin geldiği noktada bir zemin oluştu. Bundan sonra hızla yukarıya doğru çıkacağımızı düşünüyorum” şeklinde konuştu.

Program katılımcıların sorularına verilen yanıtların ardından sona erdi.

Paylaş!